Bir varmış bir yokmuş, yemyeşil bir köyde Mino adında minicik, sarı tüylü bir civciv yaşarmış.
Mino, sabahları güneşle birlikte uyanır, "cik cik!" diye neşeyle ötüp tarlalara koşarmış.
Bir sabah, Mino annesine sormuş:
— Anneciğim, bugün biraz uzaklara gidebilir miyim? Dünyayı keşfetmek istiyorum!
Annesi gülümsemiş:
— Tamam Mino, ama dikkatli ol, demiş.
Mino hoplaya zıplaya yola koyulmuş. Önce kocaman bir çiçek tarlasına varmış.
Renk renk çiçeklerin arasında koşmuş, mis gibi kokuları içine çekmiş.
Sonra küçük bir dereye rastlamış.
Dere şırıl şırıl akıyormuş.
Mino suya bakınca kendi yansımasını görmüş.
— Merhaba küçük civciv! diye neşeyle suya seslenmiş.
Oynarken ayağı kaymış ve hafifçe suya düşmüş!
Ama korkmamış. Hemen kanatlarını çırparak kıyıya çıkmış.
— Vay canına! Macera dediğin böyle olurmuş, demiş.
Güneş yavaş yavaş batarken, Mino annesini özlemeye başlamış.
"Artık eve dönmeliyim," demiş.
Koşmuş, zıplamış, cik cik diye öterek köyüne dönmüş.
Annesi onu kucaklamış.
— Aferin sana cesur yavrum! demiş.
O günden sonra Mino her sabah yeni bir küçük macera yaşamış, ama akşamları mutlaka evine dönmüş.